Blog post

Kosta Rika… Çocukla oraya mı gideceksiniz denilen ülke. Gittik, gördük, gezdik. Baya bir yol yaptık, yetti mi, tabi ki hayır, tadı damağımızda kaldı. Gelelim neler yaptık, siz de yapın veya kesinlikle yapmayın kısmına 🙂

Kosta Rika hadi araştırmadan gidelim orada elbet bişeyler buluruz denilebilecek bir ülke değil maalesef, ama tabi oraya ayıracak aylarınız varsa sıkıntı yok. Biz sınırlı zamanımız olduğu için gitmeden önce gezmek istediğimiz bölgeyi belirledik ve rotamızı da ona göre çizdik. Peki bu planda zorunlu güncellemeler olmadı mı, tabi ki oldu 🙂 Bir yanardağ mutlaka olsun dedik, şansımıza Volcan Poas faaliyetteydi:) Klasik bir Türk alışkanlığı olarak dalından meyve yedik, neredeyse ölüyorduk. O kadar hayvanseveriz ki maymunları aşırı sevdik, çok sevdik, üstümüze saldırdılar 🙂 Peki siz hiç 300 metredeki asma köprülerden bebek arabasıyla geçtiniz mi, biz onu da yaptık, beşik gibiydi pek salladık, pek eğlendik. Sonuç olarak bol atraksiyonlu bir tatildi, başlıyorum anlatmaya, hazır mısınız 🙂

İlk günümüzün sabahında San Jose‘deydik, ülkenin başkenti. Bu arada Panama- Costa Rica komşu ülke, bu sebeple uçakla ortalama 1,5 saatte San Jose’ye vardık. Vakit kaybetmemek amaçlı otelimizi şehir merkezinde seçmiştik, memnun da kaldık ( Hotel Presidente Costa Rica). O günü şehri gezmek için ayırmıştık ama açık söylemek gerekirse çok da gerek yok. Çünkü şehirde mutlaka görün, kaçırmayın diyebileceğimiz bir yer yok maalesef, bu sebeple bence transit de geçilebilir. Ama geçmez de biraz vakit geçirelim derseniz Teatro Nacional, Museo Nacional ve Mercado Central birkaç alternatif olabilir.

2. günümüzün sabahında rotamız Manuel Antonio National Park idi. Ülkenin güneyine inerek Pasifik kenarlarına yaklaştık. Costa Rica’da özellikle San Jose’de dikkat edilmesi gereken şeylerden birisi trafik, bu sebeple sabah erken saatlerde yola çıkmak gerekiyor aksi durumda saatlerce yollarda kalabilirsiniz. Manuel Antonio’ya giderken bir süre ülkenin çevre yolunu kullanıyorsunuz sonrasında sizi ara yollara bağlıyor. Bu arada çevre yolu diyorum fakat gözünüzde büyütmeyin, bizdeki E5’ten hallice 🙂 Çevre yolundan ayrıldıktan sonra yol üzerinde bir köprü kenarında park etmiş araçlar ve köprüden aşağıya merakla bakan insanlar göreceksiniz, köprü öncesinde küçük bir tesis vs. Neler oluyor burada deyip mutlaka durun olur mu 🙂 Çünkü köprüden baktığınızda onlarca timsah göreceksiniz, doğal ortamlarında 🙂

Burada verdiğimiz ufak bir hayrete düşme, fotoğraf çekme ve ananas suyu molasından sonra yolumuza devam ettik. Bu yol pasifik kenarına paralel uzanıyor ve tahmin edeceğiniz üzere yol boyunca güzel manzaralar ile karşılaşıyorsunuz. Bölgede sörf çok yaygın ve plajlarda görülesi. İşte bu sebeple biraz dura kalka, yol üzerindeki güzel alanları kaçırmadan, ortalama 1,5 saat sonrasında Manuel Antonio bölgesine ulaştık. Bizim ufaklık tam bir uçak delisi olduğu için öğle yemeğimizi eski bir uçağı bara çeviren, kokpitine girip bar kısmında birşeyler içebileceğiniz, şahane bir deniz manzarasına sahip Avion‘da yedik. Günün büyük kısmını yol ve yemek ile geçirdiğimizden akşam üstü saatlerinde yapılabilecek en güzel şey güneşi plajda batırmaktı 🙂

3. günümüzün sabahında erkenden Manuel Antonio National Park’a giriş yaptık. Seçtiğimiz otel park giriş kapısının hemen yanındaydı zaten, çok da memnun kaldık, oteldeyken her dakika ormanın içerisindeymiş gibi hissettik (Hotel San Bada). Gelelim Manuel Antonio Milli Parkı ile ilgili önemli noktalara 🙂 Bu parkın sonunda güzel bir plaj var bu sebeple mayolarınızı sakın unutmayın. Parka giren kişi sayısına dikkat ediliyor, geç saatlere kalırsanız içeri giremeyebilirsiniz. İçeride yiyecek& içecek satın alabileceğiniz bir yer yok, yanınıza mutlaka bişeyler alın, hem susuyor hem de acıkıyorsunuz, tüm gün içeridesiniz:) Son bir detay; parka alkol sokmak yasak 🙂

Plaja olan yürüyüşünüz sizin belirleyeceğiniz parkura göre değişiklik gösteriyor. Dilerseniz ilk aşamada şelalelerin olduğu alana gidebilirsiniz, tabi mevsim önemli, biz gittiğimizde su yoktu 🙂 Park içerisinde yol boyunca gözünüzü dört açıp doğal ortamda yakalayabildiğiniz tüm hayvanları yakalayın 🙂 Yerel halk buradaki fırsatı değerlendirmiş, size dürübün ile rehberlik hizmeti veriyorlar, böylece tüm hayvanları daha yakından görebiliyorsunuz.

Plajın suyu oldukça sıcak fakat yinede uzun yürüyüş sonrasında iyi geliyor. Biz ufak bir yüzme molası verdikten sonra parkın uç noktasına ve diğer plaja doğru tekrar yola koyulduk. Bu arada bu yüzme molasını verirken çantalarınızın ağzını tamamen kapatıp, üstlerini örtmeyi, hatta mümkünse yüksek bir alana kaldırmayı sakın unutmayın. Parkın hırsız rakunları ve maymunları çok meşhur. Bizim gözümüzün önünde çantanın içerisinden yiyecek çaldılar. Çalınan pasaport vs. örneklerini de çok duyduk 🙂

Diğer bölümdeki plajlara yürürken merakla beklediğimiz maymun familyasına denk geldik 🙂 Ve işte bir uyarı daha geliyor.  Maymunlar çok sevimli ve insanlara da alışıklar belli. Fakat onların canını çok da sıkmamak lazım. Biz fotoğraf çekme ve inceleme olayını biraz abarttık sanırım, bu sebeple bize saldırdılar:) Yerden saldıranı uzaklaştırmak biraz zor oldu çünkü diğer ikisi ağaçta pusuya yatmış bizi izliyordu 🙂 Sonuç olarak şu an yazarken güldüğüm fakat Efe kucağımdayken oldukça korktuğum bir deneyimdi 🙂 Bacağımda da izi hala duruyor!!!

Parkın ucundaki plajlar da oldukça keyifli fakat burunda kaldıkları için biraz daha dalgalılar. Bu plajlardan tepeye doğru tırmanan yolu izleyip pasifik kıyılarını kuş bakışı görebilirsiniz.

Bu ufak turları yaparken dikkat etmeniz gereken bir kritik detay daha; bu parkta dolaşırken ağaçlarda gördüğünüz, oldukça lezzetli ve masum gözüken meyvalardan kesinlikle yemeyin!!! Tamam daha spesifik bir bilgi veriyorum, meyvanın adı ‘Manchineel’, adı ingilizce de ‘little apple of death’ olarak da tanımlanıyor, yani ölüm elması!!! Resmi aşağıdaki gibi, görürseniz hemen uzaklaşın çünkü yağmurdan üstünüze damlayacak sütün 1 damlası bile teninizi yakabilir. Eğer bu meyveyi yerseniz ölüm riskiniz çok fazla. Benim meraklı, araştırmacı, canım kocam Eren meyvayı ısırıp ağzına gelen süt tadından şüphelenince tamamen çiğnemeden atmış. Buna rağmen tüm ağzı şişip uyuştu, soluk borusu yaklaşık 1 gün boyunca yandı vs., çok korktuk ve büyük bir ders almış olduk 🙂 Peki hiç mi uyarı levhası vs. yok derseniz, biz görmedik fakat görevliler uyarı levhaları olduğunu söylüyorlar 🙁

Dönüş yolundaki bu ufak meyve molamızdan sonra günü biraz sakin sonlandırdık çünkü ani bir plan değişikliğiyle ertesi sabah erkenden Monteverde Cloud Forest için yola çıkmaya karar verdik.

4. günümüzün sabahında, daha doğrusu sabahının köründe yola çıktık çünkü Manuel Antonio- Monte Verde Cloud Forest arası mesafe ortalama 4-4,5 saat. Yolun son 1 saatinde bozuk bir yolda ortalama 20 km hız ile gidiyorsunuz. Yol gerçekten bozuk, söylemedi demeyin 🙂 Ama değdi mi kesinlikle, oldukça keyifliydi, manzara müthişti. Biz bu turda sadece teleferik ve asma köprüler ile kuş bakışı görüş şansı yakaladık. Aslında sırayla Canopy turu yapmayı planlıyorduk fakat, hevesimiz Efe’nin ‘büyüyünce birlikte yapsak olmaz mı’ isteğiyle ertelendi maalesef 🙂 Ama yaşadıklarımız, yaşayacaklarımızın garantisi olacak eminim:)

Teleferik ile çıktığınız alandan dilerseniz gözetleme kulesine tırmanarak daha da yüksek bir noktaya ulaşabiliyorsunuz. Gördüğünüz manzara muhteşem.

 

Ufak teleferik turu sonrasında asma köprüler ile bu sefer de ormanın içinde bir keşif turu attık. Köprülerin uzunlukları ve yükseklikleri farklı fakat ortalama 300 metre gibi, ağaçlar ile aynı yükseklikte olmak nefes kesiciydi. Yine ufak bir uyarı, köprüler beşik gibi sallanıyor, yükseklik korkunuz varsa bu bölümü es geçin derim:) Biz bebek arabasıyla sallana sallana gezdik.

Ormanlık alanda turumuzu tamamladıktan sonra çok da geç olmadan dönüş için yola çıkmamız gerekti. Adı üstünde cloud forest, bulutlar dönüş yolumuzda işimizi zorlaştırmaya başlamıştı bile.

Ve son destinasyon olarak Alajuela bölgesine ulaştık. Monteverde’den ortalamada 4,5 saat sürecek yolumuz şehrin efsane trafiğine denk geldiğimiz için maalesef 2 saat kadar uzadı:( Alajuela bölgesi kahve arazileri, çilek tarlaları vs. ile  kaplı bir bölge. Bölgede büyüklü küçüklü şelaleler var. Düşünün ki kaldığımız otelin geniş bir arazisi vardı ve içerisinde 6 tane küçük doğal şelale bulunuyordu 🙂 Bu arada kaldığımız otel gerçekten hem ortam hem dekorasyon hem de arazi olarak etkileyiciydi. Biz ekstra 1 günü de otele ayırsaydık keşke diye çok hayıflandık :pn(Xandari Resort )

Kosta Rika’da oldukça ziyaret edilen volkanlardan birisi olan Volcan Poas da Alajuela bölgesinde yer alıyor. Fakat şansımıza biz gitmeden önce bu volkan faaliyete geçti ve biz ordayken de kapalıydı 🙁

5. günümüzün sabahında ilk organizasyonumuz için Doka Coffee‘ye gittik ve kahve turuna dahil olduk. Kahvenin yetiştiriliş, işlenme süreci ile ilgili bilgi aldık, bol bol kahve tattık. Yani neyi, nasıl içmeniz gerektiğini öğrendiğimiz bir tur oldu 🙂

İçtiğiniz kahvelerin sertliğinin kahve çekirdeklerinin kavrulma süresi ile ilgili olduğunu biliyor muydunuz? İşte sizde küçük bir video:)

https://www.youtube.com/watch?v=LEga1DSt0fo

Kahve turu sonrasında günün kalan kısmını değerlendirmek La Paz Waterfall‘a gitmeye karar verdik. Bu durak en fazla Efe’yi heyecanlandırdı diyebiliriz. Biz hayvanlar kapalı alanda tutuluyor diye üzülürken o onlarla camın ardında oyunlar bile oynadı. Ördeklerle sohbet edip yürüyüşünü yaptı. En çok da aniden bastıran yağmurda eğlendi, 3,5 yaşın gerektirdiği gibi 🙂

https://www.youtube.com/watch?v=QjvmhmB01Fw&feature=youtu.be

Ve tabi ki beklediğimiz an; Tucan’lar, latin amerikanın ‘oyuncak gibi’ dedirten kuşları.


Bu büyük arazi içerisindeki parkurları takip ederek şalalelerin olduğu bölgeye hatta şelalelerin en üst noktasına kadar ulaşabiliyorsunuz, ulaşında, kestirme yolları tercih etmeyin sakın 🙂 Ne kadar çok yorulursak o kadar çok görmüş oluruz değil mi:)

Biz günümüzün kalan kısmını şelalelerin olduğu alanda geçirdik, yedik içtik, gezdik ve günümüzü tamamladık. Ve tabi son gün için de güzel ama yorucu bir güncelleme yaptık. Bir volkanı göremezsek diğer volkana gideriz deyip, biraz yol yapmayı da göze alıp ertesi gün Volkan Irazu‘ya gitmeye karar verdik.

Kosta Rika’daki 6. günümüze yani son günümüze erkenden başlayıp yola koyulduk. Bu sefer şansımıza yol tahminimizden kısa sürdü ve ortalama 3 saatte Volcan Irazu’ya ulaştık. Yolda oldukça sis vardı ve sisten bu plan da suya düşecek derken şansımıza sis dağıldı ve zirveye ulaştık.


Tabi her gittiğimiz yerde bol bol oyalandığımız için burda da yağmuru yakaladık. Ufak bir tavsiye, volkanlara gitmek istiyorsanız mutlaka sabah erken saatlerde orada olmaya çalışın. Gün aydınlık ve bulutsuzken herşey daha net ve güzel:)

Volkandan uçağa yetişebilecek miyiz, trafiğe kalır mıyız diye endişelenirken bastıran sis nedeniyle 6 saat kadar rötar yiyipKosta Rika turumuzu tamamladık. Keyifli, yorucu ve unutulmayacak bir seyahatti, işte ufak bir özeti 🙂

Bu hızlandırılmış tura ait tüm fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz 🙂

Sevgiler,

İpek

Bu paylaşımlar da ilginizi çekebilir...

Post a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazılar...

Eski yazılar...